Şimdi asıl konuya girmeden önce altını çizerek söylemeliyim ki; siyasetin dili gerçekten sertleşti. Bir an önce buna çok acil bir çözüm bulunması ve siyasetçilerimizin de artık beşeri ilişkileri yeniden gözden geçirmesi gerekiyor.

Gelelim asıl konuya...

Sedef Kabaş.

Haklı mı? Yoksa haksız mı? Türkiye işi gücü bıraktı, şimdi bu konuyu konuşuyor. 

Aslında onlar da, o malum programda siyasetin dili neden sertleşiyor sorusuna yanıt arıyordu, ama bir anda kendi siyaset dillerinin sertleştiğinin farkına dahi  varamadılar.

Özellikle de Sedef Kabaş. 

Çünkü öylesine gereksiz şişirilmiş bir özgüvene sahipti ki, öylesine gereksiz bir egoya, öylesine gereksiz bir kibir içindeydi ki; eleştirdiği siyaset dilini en fazla kendisinin sertleştirdiğinin farkına varamayacak kadardı. 

O kadar kaptırmış yani...

Şimdi bir kesim var haklı diyor. Bir kesim var, haksız diyor.

Ben de yıllardır gazetelerde, televizyonlarda çalıştım. Hem de sahada, yaşananların, yaşatanların ve olayların bizahati içinde, tam ortasında, tam göbeğinde bulundum. Onlar gibi sadece stüdyoda dar kalıplarda kalmadım. Bu yüzden; ben de haksız diyenlerdenim. 

Ancak; ben olaya şu açıdan bakıyorum. Dünya'nın neresinde, hangi ülkesinde, hangi toplumunda olursanız olun gazeteci de olsanız, iletişim uzmanı da olsanız, kimsenin kimseye hakaret etmeye hakkı yoktur. Kimsenin kimse hakkında, haksız yere teşbihte bulunmaya hakkı da yoktur. Yok efendim basın özgürlüğü, yok efendim ifade özgürlüğü bilmem ne safsata...

Bir. Basın hiçbir zaman özgür değildi, özgür olmadı. Her kim isterse, geçip karşısına bu konuyu çok açık ve seçik bir şekilde tartışabilirim. Belgelerim de, kanıtlarım da. 

İki. Her şeyin bir sınırı vardır. Her gezegenin, her kıtanın, her ülkenin, her eyaletin, her ilin, her ilçenin, her kasabanın, her köyün, her özel mülkiyetin, her canlının, her insanın, her yaşamın, her hakkın da bir sınırı vardır. Kimse çıkıp da efendim bu ülkede ifade özgürlüğü var bilmem ne diyerek kimseyi aşağılayamaz, kimseyi küçük düşüremez, kimsenin şerefiyle, onuruyla, gururuyla oynayamaz. 

Çünkü var, ama varolan ifade özgürlüğünün de bir sınırı var. 

Sedef Kabaş, oraya siyaset dilinin neden sertleştiğini tartışmaya değil, sertleşen siyaset dilini, daha da çok sertleştirmeye gelmiş. Eğer o yayını en baştan izlerseniz, Sedef Kabaş haklı mı haksız mı zaten anlarsınız. O yüzden bunu çok fazla tartışmaya gerek yok. 

Şimdi lütfen bundan sonraki kısmı, dikkatli bir şekilde ve anlayarak okuyun ki; Sedef Kabaş oraya niye gelmiş, gerçekte ne demek istemiş? Kendi ifadelerinden zaten anlayabilirsiniz. 

Şöyle demiş: 

SEDEF KABAŞ: "Şöyle başlayalım. Aslında fikri neyse, zikri odur derler. Yani fikriyatınızda nasıl değerler yargıları varsa, dünya görüşünüz neyse, nerelerden besleniyorsanız, içinde doğduğunuz aile, yaşam biçiminiz, aldığınız eğitim, tecrübeleriniz aslında sizin fikriyatınızı oluşturur. Hayata bakışınızı oluşturur ve o ister istemez zikriyatınızı, yani iletişim biçiminizi de şekillendirir. Hatta biz şöyle deriz; kimseniz aslında iletişiminiz o dur. Ya da iletişiminiz neyse, onların satır aralarında da karakterinizin ipuçları mevcuttur."   

Bu açıklamalar inanın kelimesi kelimesine aynı...  

Şimdi bundan sonra sözlerine "Dolayısıyla Sayın Recep Tayyip Erdoğan özelinde..." diye vurgu yaparak devam ediyor.

Zaten bu cümlesiyle de direkt Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı hedef alıyor. En baştan konuşmasına Cumhurbaşkanı'nı eleştirirek başlıyorsa, yüzde yüz hedefinde de aynı ismin olduğu aşikardır. Çünkü Kabaş'ın açılış konuşması kullandığı bu ifadeler, zaten kendini ele veriyor. 

Fikri neyse zikri oydu. 

Değerler yargıları, dünya görüşü neyse oydu. Nerelerden besleniyorsa fikriyatı da oydu. 

Öyle demişti. 

Bakın, yüzlerce insanla, devlet yetkilisiyle, devlet büyüğüyle röportaj yapmışımdır. Söyleşi yapmışımdır veya program yapmışımdır. O yüzden bir televizyon yayınında karşımdaki insanın yüz ifadeleri ve mimiklerinden ne demek istediğini gayet iyi anlarım.

Örneğin CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç'un yüz ifadesi, Sedef Kabaş'ın ağzından 'ahır olur' cümlesi çıkar çıkmaz adeta "Eyvah ne dedi! Eyvah haraket etti, eyvah yaktı kendini" şekline bürünüyor. Belki kendisi inkar edebilir, ama bana göre bu böyledir. 

Hatta CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu da, Sedef Kabaş'ın hakaret içerikli bu ifadelerini algılar algılamaz, çatık kaşlarıyla dinlediği konuşmasında bir anda gülümsemeye başlıyor. Bu gülümseme de kin ve nefret dolu, o hakaretlerden keyif aldığını gösteren bir gülümseme şeklidir.  

Kim ne derse desin, böyledir...

Kişi madem ileşitim uzmanı, o zaman önce kendi iletişimini doğru kuracak, doğru kullanacak. 

Çıksın aynı sözleri ABD Başkanı için söylesin bakalım. Hatta İlgiltere Kraliçesi'si için söylesin. Söyleyebilir mi? Söyleyemez çünkü bir anda Londra'nın kara listesine giriverir. ABD Başkanı için de söyleyemez, çünkü bir anda ABD'nin de kara listesine giriverir. Zaten Boston'a yerleştirilmiş, hatta o ünlü seçilmişlerin bursu olan Fulbright Bursu'yla okumuş, yüksek lisans filan yapmış. 

İngilizlere, Amerikalılara bir diyet borcu da var. 

Eee? Onlara laf-söz söyleyemeyeceksin, geleceksin Türkiye'nin Cumhurbaşkanı'na laf-söz söyleyeceksin öyle mi?

Yok arkadaş, yok! Söyleyemezsin... 

Bitti gitti, nokta...

SEDEF KABAŞ HAKSIZ DA, PEKİ TEPKİ GÖSTERENLER HAKLI MI?

Buraya kadar tamam. 

Şimdi...

Sedef Kabaş'a tepki gösterilebilir mi? Evet gösterilebilir, ama nasıl? İfade özgürlüğü sınırları içerisinde gösterilebilir.

Eğer siz de O'nun dilinden konuşursanız, O'ndan ne farkınız kalır? 

Eleştirin... Kınayın. Yanlış deyin, bu açıklama sakıncalı deyin, ama yok ağzından-dilinden lağım akıyor. Yok densiz, yok edepsiz, yok ahlaksız, yok mahluk, yok pislik, arpasını fazla kaçırmış, yok ahırında böğürüp durmuş. Bu uslüplar, bu kadar ağır bir lisan, inanın hiç kimsenin ağzına yakışmaz. Eğitimli kesime ise hiç yakışmaz. 

Az önce ne dedik? 

Her şeyin bir sınırı var. 

Eleştirinin de bir sınırı var...