ANKARA - Türkiye'nin çok gergin bir sürecin içine girdiğini söyleyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bu gerginlik ve kaygının toplumun dokularına işlediğini söyledi. 

İşte Kılıçdaroğlu'nun konuşmasından satır araları...

"KULLANILAN DİL, GERGİNLİĞİ BESLİYOR"

"Bakın Türkiye çok riskli bir sürecin içine girdi. Bir gerginlik yaşanıyor toplumda. Kullanılan dil, gerginliği besliyor. Emin olun gittiğim yerde en çok kadınlar gelip ne olacak bu ülkenin hali diyorlar. Bu gerginlik bu kaygı, toplumun dokularına işlemiş durumda. Tekerlek kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur ama biz tekerlek kırılmadan yol göstermek istiyoruz. Sürekli bir gerginlik, sürekli bir çatışma ortamı yaratıyoruz. Bu gerginlikten, belli siyaset kurumları beslenmeye çalışıyorlar. Bu çok tehlikeli bir süreçtir. Gerginlik ve çatışma tehlikeli bir sürecin içine bizi götürür." 

"Sorun yaratan bir siyasal iktidar var. Birisi konuştuğu zaman herkes kulaklarını tıkıyor. Emin olun, üç gün sussa Türkiye'de huzur olacak. Hergün konuş hergün konuş. Hergün kavga, hergün kavga. Nereye gidecek bu? Huzurlu bir toplum yaratmak zorundayız. Biz üstümüze düşeni yapıyoruz Olabildiğince muhalefet görevimizi yapıyoruz. İktidarın yanlışlarını, yolsuzluklarını dile getirmek. Yaptığı haksızlıkları dile getirmek. Bizim görevimiz bu. Hükümet, ülkeyi akılla yönetmeli. Öfkeyle değil. Huzur içinde bir ülke sağlamalı. Kavgalı bir iktidar olur mu? Kendisiyle kavga eden bir siyasal anlayış olabilir mi? Türkiye'yi bundan çekip çıkarmamız gerekiyor. 76 milyon yurttaşımın vicdanını seslenmek isterim. Biz üstümüze düşeni yapıyoruz, hatta bazı hataları toplumda fazla kutuplaşma olmasın diye özenle görmüyoruz. Toplumda fazla kutuplaşma olmasın diye Soma olayları konusunda çok dikkatli bir tavır izledik. Gezi olaylarında çok dikkatli bir tutum izledik. Haksızlıklar olmasın, gencecik çocuklarımız dövülmesin, ölmesin diye mücadele ettik. Biber gazını, copları bizim milletvekillerimiz yedi. Neden? Vatandaşın çocuğu dövülmesin, biber gazı yemesin diye. 76 milyona sesleniyorum? Yanlış mı yapıyoruz biz acaba?" 

"BİZ YÜZÜ MASKELİLERE, ELİ SİLAHLILARA KARŞIYIZ"
"GEZİ OLAYLARINDA TOMA'YA MOLOTOF ATAN POLİSLER GÖRDÜK"

"Yüzü maskeli, elinde silah olayları çıkaranlar, kimse bunlar çıkarsınlar. Biz yüzü maskeli, elinde silah olay yaratan kişilere karşıyız. Her zaman söyledim. O kişiler acaba kim? Gezi olaylarında, Toma'ya molotof kokteyli atan polisleri gördük. Fotoğraflarını gördük. Şimdi toplumda bu kutuplaşmayı yaratanlar kimler? Hükümet'in bunları ortaya çıkarması lazım. Biz aslında siyasetçiler olarak sağduğuyla konuşmak, birbirimizi dinlemek durumundayız. Kamplaşma yaratıldı. Biri birini duymayan kitleler yaratıldı. Böyle bir tabloyla Türkiye ilk kez karşı karşıya geliyor. Müthiş bir kamplaşma var. İlk kez Türkiye öbyel bir tabloyla karşı karşıya kalıyor."

"TARİHİMİZDEN DERS ALAMADIK"

"Ben 68 kuşağından geliyorum. Ülkemizin hep özgürlüğünü ve bağımsızlığını savunduk. Ülkenin huzurunu savunduk. Herkesin mutlu olmasını, işçilerin örgütlenmesini savunduk. Emeğin en yüce değer olduğunu söyledik ama 68 kuşağından geliyoruz dolayısıyla pek çok acıyı yaşadık. Biz tarihimizden ders almamış bir toplumuz. Çünkü tarihi yeteri kadar bilmiyoruz. Tarihin tüm ayrıntılarını bilmeyebilirsin ama tarihten ders almak diye bir kavram vardır. Tarihten ders almadık. O faciaları, o acıları toplumsal kazanıma dönüştürmedik." 

"CUMHURİYET TARİHİNİN EN BÜYÜK KIRILMASIYLA KARŞI KARŞIYAYIZ"

"Biz toplumu ayrıştırarak, yeni fay hatları yaratarak toplumu bölüyoruz. Bu bizim kabul edeceğimiz bir olay değil. Dolayısıyla bugün Cumhuriyet tarihinin en büyük kırılmasıyla karşı karşıyayız. Kendi içinde huzurlu bir toplum yapmamız gerekiyor. Ayrıştıran siyasetçiler. Bölen siyasetçiler. Halkın bütün bunlardan ders çıkarması, siyasetçileri akıl ve mantıkla sorgulaması lazım. Eğer bunu halkımız yapabilirse, siyasetçilerimize tarihin önünde çok güzel bir ders vermiş olaçcaktır. Bugün geldiğimiz noktada böyle bir derse siyasetçilerimizin ihtiyacı vardır. Eğer siz karşınızdaki insanı, insan yerine koyup derdini acısını bilirseniz, bir toplumsal kazanım yaratırsınız. Ama acısına kulak tıkar, ötekileştirirseniz bir toplumsal kazanım yaratamazsınız. Bugünkü Türkiye'nin geldiği yer burasıdır. Empati kuramayan bir siyasetçi olabilir mi? Vatandaşını oy makinesi olarak gören bir siyasetçi olabilir mi? Yeni bir Türkiye'yi, huzurlu, kendi içinde barışık olan bir Türkiye'yi yaratacağız." 

"YAHUDİ DÖLÜ DİYE HAKARET EDİYOR"

Bakın 301 kişi hayatını kaybetmiş, yaş ortalaması 10 olan 432 çocuk yetim kalmış. Eşler yok, evlatlar yok. Büyük acı, büyük dram yaşanıyor. Bu gidiyor, sanki miting meydanıymış gibi 301 ölümü doğal bir ölüm kabul ediyor. Madenciliğin fıtratında yani doğasında böyle ölümler var diyor. 1870'in, 60'ın İngiltere'sinden örnekler veriyor. 1860'da Abdülmecit tahtta ve henüz ampul icat edilmemiş. Türkiye 1800'lerin Türkiyesi mi? Sen nasıl bu örneği verirsin? Bu örneği verdiği andan itibaren Soma aylağa kalkıyor, yuh çekiyor. Efelenerek vatandaşın üzerine yürüyor. Yuh çekersen tokatı yersin diyor. Sonra birisini görüyor, çok özür dilerim Yahudi dölü diye de ona hakaret ediyor. 

"MARKETE SIĞINIYOR, KENDİ VATANDAŞINI TOKATLIYOR"

4 bin polisle Soma'ya gidiyor ve bir markete sığınmak zorunda kalıyor. Sonra marketteki bir vatandaşı da tokatlıyor. İlk kez bizim tarihimizde bir ülkenin Başbakanı kendi vatandaşını tokatlıyor. Bu ülkenin insanlarını 76 milyon yurttaşın vucdanını sesleniyorum. Seni tokatlıyan adamın hala arkasındaysan oraya ben üç nokta koyuyorum. Kimse kusura bakmasın. Böyle birşey olabilir mi? Bu şu demek. Gidiyorsunuz başsağlığı dilemeye, her türlü hakareti ediyorsunuz bir de dövüyorsunuz. Bizim geleneğimizde böyle bir şey var mı? Onlar itiraz eder, şikayet eder. Elbette eder. Düne kadar kim dinledi onları? Kimse dinlemedi. Adam yerine bile koymadılar. Gideceksiniz orada çalışacaksınız dediler. Neden öldü bu insanlar? Göçükten mi, hayır. Trafodan mı? Hayır. Karbon monoksit gazını teneffüs ettiler de onun için öldüler. Bu kadar acı bir olay yaşanırken, siz  kendi vatandaşınızı tokatlıyorsunuz sonra kalkıyor efeleniyorsunuz. Böyle bir tabloyu Türkiye Cumhuriyeti hiç görmedi." 

"KOLTUĞUNU KORUMAYI AYRIŞMAYA BORÇLU"

"Yine söyledim, yine söylüyorum. Devlet akılla, sabırla yönetilir. Polislerin sabrına şaşıyorum diyor. Nasıl sabrediyorlar? Alsınlar ellerine silahları, hepsini tarasınlar. Herkes birbirine kaygıyla, kuşkuyla bakıyor. Bir başbakan böyle söyleyebilir mi? Akıl yok mu arkadaşlar? Mantık yok mu? Akılla yönetilir devlet. Dünyanın en stratejik şeyidir beyin, insan beyni. Geldiğimiz nokta budur. Bütün bunları bilinçli mi yapıyor, emin olun bilinçli yapıyor. Koltuğunu korumak için ama bu ülkenin insanları ayrışmadı. Farklı renklere saygı göstermek istiyor ama o ısrarla bölünün diyor. Ayrışın, kavga edin diyor. Niye kavga edelim, niye ayrışalım? Biz ayrışmadık. Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı beraber verdik. Onlar ayrışmadı biz neden ayrışacağız. O koltuğunu korumayı ayrışmaya borçlu. Bunu yapmak istiyor. Ülkenin ayrışmasına, bölünmesine, kavgaya izin vermeyeceğiz. Huzur içinde beraber yaşamak zorundayız." 

"ALMAN BAŞBAKAN'IN SÖZLERİ EN AĞIR DİPLOMATİK UYARIDIR"

"Erdoğan Almanya'ya gitti. Merkel'in yaptığı bir açıklama var. Sorumluluk bilinci ile hassas davranacağını bekliyorum diyor. Diplomatik bir dille en ağır uyarıdır bu. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına böyle hitap ediliyor. Neden? Erdoğan'ın kendisini yönetmeyi beceremedeğini, kontrolü kaçırdığını o da çok iyi biliyor. Bütün dünya biliyor. Böyle bir ağır eleştiriye emin olun ben çok üzüldüm. Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanlık koltuğunda oturuyor. Bir başka ülkenin Başbakanı, O'na şöyle davranacağını umuyorum diyor. Neden? Çünkü Almanya'da huzur istiyoruz biz diyor. Türkler burada kavga etmesinler diyor. Sen kavgaya geliyorsun buraya diyor, umarım bunu yapmazsın diyor. Diplomatik bir dille en ağır sözler bunlar. Erdoğan sadece kendi itibarıyla değil, Türkiye'nin de itibarıyla oynuyor."

"BEN MEYDANLARDA DİK GEZİYORUM, SEN KONUŞMAMA TAHAMMÜL EDEMİYORSUN"
"DİKTATÖRLERİN TEMEL ÖZELLİĞİ ÇOK KORKAKTIRLAR"
"DİKTATÖR BOZUNTUSU DA DEDİM, O DA DOĞRU"

Geçen hafta TOBB Genel Kurulu'na katıldım. Biliyorsunuz protokolün bir kuralı vardır. Protokolde, Dışişleri Bakanlığı oturur ve bütün kurumlar buna uyarlar. Her yerdae vardır bu protokol ama ne hikmetse işveren dünyasının yaptığı toplantılarda bu kurallar uygulanmaz. Erdoğan konuşur ve çeker gider. Ben de onlara diyorum ki, arkadaşlar siz korkuluk musunuz? Devletin protokolü var, devletin protokolünü uygulamak zorundasınız. Protokolü uygulayın, herkes ona göre çıksın konuşsun. Bunu yapmıyorlyar. Çıktı konuştu. Ben diktatör değilim diyor. Şu önde oturan var ya diyor, bana diktatör diyor diyor. Ben diktatör olsam diyor, sen meydanlarda böyle gezemezsin diyor. Sevgili Erdoğan, ben meydanlarda dik geziyorum, sen benim konuşmama tahammül edemiyorsun, korkup kaçıyorsun. Sanıyor meydan kendisinin tapulu malı. Meydanlar halkı. Zaten diktatörlerin temel özelliği çok korkak olmaları. Benim konuşmamı dinlemeye tahammül edemiyor çünkü hemen müdahale edecek. Müdahale ettiği zaman da cevabını alacak onu biliyor. O nedenle kaçmayı tercih etti ve gitti. Elbette ki diktatörlük önemlidir. Ben O'na diktatör dedim. doğru. Hatta diktatör bozuntusu da dedim. O da doğru. Benim diktatör dememle aslında o diktatör olmuyor tabi. Bilim adamlardı acaba diktatörlüğü nasıl tanımlıyorlar, asıl önemli olan o. Bir bilim insanının diktatörün ne olduğunu tanımlaması çok önemlidir."

MUHTEREM EŞLERİNE BİR KİTAP HEDİYE EDİLDİ: "DİKTATÖRLÜĞÜN PSİKOLOJİSİ"

2013'de Mayıs ayında Erdoğan ABD'ye gitmişti. Muhterem eşlerine bir kitap armağan edildi. Diktatörlüğün Psikolojisi. Yazan bir İranlı profesör. Dünya çapında bir psikoloji uzmanı. Fathali Moghaddam. Önemli bir isim. Bu kitabı aldık baktık. Bakın arkadaşlar, Moghaddam önemli bir kavram geliştiriyor. Diktatörlük demokrasi sarkaçı. Nedir diyor bu sarkaç? Saf demokrasi ile saf diktatörlük arasındaki süreci gösteriyor. Sarkacı o nedenle diktatörlük demokrasi sarkacı olarak tanımlıyor. Sarkacı diktatörlük ya da demokrasi kutuplarına yakınlaştıran şey nedir? Şöyle bir yanıt veriyor. Diktatörlük tek bir kişinin, ya da hizipleşmiş bir grubun topluma hükmetmesi, emrindeki güvenlik güçlerini kullananak politik muhaliflerini bastırmasıdır diyor ve devam ediyor. Diktatörlüklerde bağımsız yasama ya da yargıdan söz edilemeyeceği gibi geçerli olan kanunlar toplum isteklere kulak tıkayarak diktatörün ya da hizipleşmiş bir grubun ölçüsüz isteklerine kulak verir. Eğitim sistemi, basın, haberleşme ve bilişim sistemleri üzerinde eşi görülmemiş bir kontrol ve sansür olduğu gibi toplumun hareketleri de, rejimin ayakta kalmasını sağlayacak şekilde kontrol altında tutulur. Heralde Türkiye için yazmış diye düşünüyorsunuz değil mi ama Türkiye için yazmamış." 
Editör: TE Bilisim